6 Şubat 2016 Cumartesi

İki Şehrin Hikayesi

Kitap Adı: İki Şehrin Hikayesi

Yazar: Charles Dickens

Sayfa Sayısı: 496

Okuduğum Yayınevi: Antik Batı Klasikleri

Basım: 1 / 2014
"Zamanların en iyisiydi. En kötüsü de. Akıl çağıydı, budalalık çağı da. İnanç çağıydı aynı zamanda, ama inkar çağıydı da. Bir taraftan aydınlık, bir taraftan da karanlık bir mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı... Her şeyimiz vardı, ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz cehenneme de gidiyorduk.


İki Şehrin Hikayesi bu satırlar ile başlıyor. Giriş cümlelerini en sevdiğim kitaplar arasında. Genelde ilk sayfalar sıkar beni, ama çok şahane bir girişle sıkıcılıktan eser bırakmıyor kitap. Ben Lacivert Yayıncılık'ın Antik Batı Klasikleri serisinden okudum ve çevirisini yer yer yetersiz hissettim. Ki zaten giriş cümlesini dahi İngilizce olarak okuduğunuzda çevirinin farkını da çok net bir şekilde görüyorsunuz.

Charles Dickens'ın klasikleşmiş bir romanı olan İki Şehrin Hikayesi/A Tale of Two Cities yazıldığı dönemdeki romantik akımın izlerini yoğun olarak taşıyor. Bir kitap nasıl ve neden klasikleşir, İki Şehrin Hikayesi bu konuyu okunduktan sonra en iyi açıklayan kitaplardan birisi. Dickens her konuda o kadar ölçülü yaklaşmış ki betimlemelerde boğulmuyorsunuz ya da eleştirel yoğunlukta kendinizi çıkmazda bulmuyorsunuz. Fransız İhtilali döneminde İngiltere ve Fransa'yı konu alıyor. Bir yandan burjuvazi sınıfın, bir yandan da halkın sorunlarını anlatırken salt bir siyasi dönem eleştirisi yapmıyor. Hiçbir tarafı tutmadan Fransız İhtilali'nin doğuşunu, gelişmesini ve son halini anlatıyor yazar.

Gücü ele geçiren her kim olursa olsun ne kadar zalimleşebileceğini, burjuvalar tarafından ezilmiş halkın da güçlendiğinde her şeyi yakıp yıkabileceğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken karşılıksız bir aşkı ve bir baba ile kızın yıkılmaz duygusal bağını da içinde barındırıyor. Karakterler zarif, diyaloglar sakin ve kısa ama çok anlam barındırıyor içlerinde.

Ve başlangıcı gibi bitişi de Carton'ın insanın içine işleyen cümleleri ile bitiyor. Eğer bir İngiliz klasiği okumak istiyorsanız Dickens'ın bu romanının en iyilerinden olduğu konusunda kesinlikle şüpheniz olmasın. Yumuşak geçişli ve hoş anlatımıyla size hem tarihi bir şölen hem de büyük bir fedakarlığın hikayesini sunacak.
"İntikam, jüri ve yargıcı görüyorum. Eskiyi yok edince ortaya çıkan sıra sıra yeni despotlar... Güzel bir şehir görüyorum ve bu boşluktan yükselen güzel insanlar... Ve onların zaferlerinde ve yenilgilerinde, daha gelecek uzun yıllar boyunca, bu zamanın kötülüklerinin kendilerini tükettiklerini görüyorum.
Onu görüyorum, yaşlı bir kadın... Bugünün yıl dönümünde benim için dua ediyor. Onu ve kocasını görüyorum. Yolun sonunda, gelmişler topraktan yatağın içinde yan yana yatıyorlar. O çocuğu görüyorum, onların kucağında yatan, eskiden benim olan o hayat yolunda yürümeyi hak kazanan. O hakkı öyle güzel kazandığını görüyorum ki, benim ismim, onun isminin ışığında anlam kazanıyor. Ve duyuyorum, duyuyorum çocuğa benim hikâyemi anlattılarını, zayıflayan, sevecen sesleriyle.
Bugüne kadar yaptığım en iyi, en iyi şey bu! Yakında kavuşacağım huzur, bugüne kadar tattığım her şeyden daha iyi..."

Ve merak edip girişi İngilizce okumak isteyenler için;

"it was the best of times, it was the worst of times, it was the age of wisdom, it was the age of foolishness, it was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity, it was the season of light, it was the season of the darkness, it was the spring of hope, it was the winter of despair, we had everything before us, we had nothing before us, we were all going direct to heaven, we were all going direct to the other way- in short, the period was so far like the present period, that some of its noisiest authorities insisted on its being received, for good and evil, in the superlative degree of comparison only. "

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder